Felsefemiz

Yarınlarımız olan çocuklarımızın, kabiliyet ve istidatları, meharet ve melekeleri toprağın altına yerleştirilmiş işlenmeyi bekleyen cevher ve altın madenleri gibidirler. Keşfedilmeyi, kazılmayı ve oradan çıkarılmayı beklerler. O yüzden “Marifet iltifata tabidir” denmiştir. İltifat edeceğiz ki onlardaki bu cevheri ortaya çıkaracağız. Peki, bu nasıl mümkün olacak?

İstikbal köklerdedir diye bir söz var. Nasıl ki kökü olmayan bir ağacın gövdesi, dolayısıyla meyvesi ve geleceği yoksa kendini bulamayan ve bilemeyen bir milletin de geleceği yoktur. Bu vesile ile bize ve bize ait olana yönelmek. Bütün mesele budur.

Cemil Meriç der ki: “Milletin ana vasfı devamlılıktır.” Evet, dilde ve terbiyede devamlılıktır. Dil; medeniyetin, hafızanın, millet olabilmenin ana vasfıdır. Bir toplumdan dilini alırsanız, o toplumun milliyetini, medeniyetini, hafızasını da almış olursunuz. Bir toplumun diline kastederseniz, o toplumun dinine, kültürüne, san’atına da edebiyatına da kastetmiş olursunuz.

Bize bizi gösterecek aynamızı kırmışlar;

Bizi bize aydınlatacak lambamızı söndürmüşler.

Yukarıdaki mısralar hali pürmelalimizi ne güzel de ifade ediyor sanırım. Hatta çözümü de içinde barındırıyor. Kırılan aynaları tamir etmek ve söndürülen lambaları tekrar yakmak. Mes’ûliyet hissi olan herkese bu görev düşüyor. Bu vazifeyi yerine getirmeyen her bir kimse vebal altındadır.

Ebûbekir Râzî “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır” derken,

Wittgenstein da “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” der.

Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır! Konfüçyüs’e sormuşlar: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Büyük filozof, şöyle cevap vermiş: “Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir!”

Kökler denilince bambu ağacını hatırlamadan olamaz. Bu ağacın yetiştiriliş hikâyesini anlarsak kurtuluşumuzun reçetesini de bulmuş olacağız sanırım. Şöyle ki:

Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur: bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı ulaştı? Elbette hayır. Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelendi ve bambu ağacı bütün aldıklarını hep köklere verdi, derinlere indi. İşte o kökler olmasaydı 6/7 hafta gibi kısa bir sürede 27/28 metreye ulaşamazdı.

 İşte bizim köklerimiz, aynalarımız ve lambalarımızdan biriydi Mehmet Âkif Ersoy. Kendisi daha sekiz yaşlarında iken Gülistan’ı ezberlediğini, mana verdiğini, kelime ve cümle analizi yaptığını ancak kıssadan hiçbir hisse çıkaramadığını söyler. Fakat lise tahsili bittikten sonra Gülistan’dan ezberlediği hikayeleri, beyitleri hatırlamağa, hatırladıkça o zamana kadar yabancısı bulunduğu bir neş’eyi duymaya başlar. Üç beş sene daha geçince eserin büyüklüğünü hakkıyla takdir eder.

 Yıllardır Âkif’ten şiiirler ezberletiyorum. Bu ÂSIM bülümünü ezberleme fikrinin oluşmasında tetikleyici unsur Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü eski başkanı ve dekanı Prof. Dr. Selahattin TURAN bey oldu. 22 Ocak 2011 yılı idi. Konya’da verdiği bir konferansta öğrencilerine önce Âsım’ı akabinde de Jean Jacques Rousseau’nun Emile Bir Çocuk Büyüyor kitabını okumalarını tavsiye ettiğini söylemişti. Bu konuşma, bende Âsım’ı okuma yerine ezberlemenin daha kalıcı ve uzun vadeli bir yatırım olacağı düşüncesi oluşturdu.

Neden Âsım? Çünkü bu bölümde kurtuluş reçetesi var. Bir insan ömrünün her alanını kapsayacak örnekler, hikmetler var. Karşılaşacağı her bir sorunun çözümü var. Bizi aydınlatacak ve bize yol gösterecek. Çocuklarımıza ve gençlerimize düşen görev ezberlemek, biz büyüklere düşen görev onları ödüllendirmektir. Karanlıktan şikayet etmek yok, herkes bir mum yakacak. Biz gençlerimizle ilgilenirken, onları yetiştirirken birileri de sponsor olacaktır inşallah. Belki biz bu mini çalışmayla ileride onların daha kalıcı ve köklü proje ve çalışmalara imza atmalarına zemin hazırlamış olacağız.

Sa’y ü gayret bizden, tevfik Allah’tandır.