Kur’ân’da Temel Kavramlar

Kur’ân’da Temel Kavramlar

1. ADALET

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا
قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan,
adaletle şahitlik eden kimseler olun.

وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىٰ أَلَّا
تَعْدِلُوا

Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil
davranmamaya itmesin.

اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ

Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan
(bir davranış) tır.

وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ
بِمَا تَعْمَلُونَ

Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” 
Mâide Sûresi 8. Ayet

Adalet

Zulmün zıddı olan adalet her şeyi denge noktasında tutmak ve
yerli yerine koymak demektir. Bunun içindir ki, Allah adalet üzre iş yapar ve peygamber
adalet üzre olmakla emrolunmuştur. Kur’ân, mü’minlerin de her hâl ve şartta
adaleti korumalarını ister. Allah’a gidişin en değerli azığı adalettir.

2. ZULÜM

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا

“Zulmedenlere meyletmeyin;

فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ

sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız).

وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ
أَوْلِيَاءَ

Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur.

ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ

Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!”

Hûd Sûresi 113. Ayet

Zulüm

Zulüm,
bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Bu tanıma göre küfür,
şirk, kötülük, baskı, işkence ve haksızlık zulümdür. Zulüm, yaradılış düzeninde
bozukluk ve dejenerasyona sebep olur. Bu anlamda en büyük zalim insandır.
Zulmün zıddı adalettir.

3. ABDEST

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ
إِلَى الصَّلَاةِ

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman

فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى
الْمَرَافِقِ

yüzlerinizi,
dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayınız,

وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ

Başlarınızı meshedip,

وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ

topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız.

وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا ۚ

Eğer cünüp oldunuz ise, gusül/boy abdesti alın.” Mâide Sûresi 6. Ayet

Abdest

Abdest, muayyen uzuvları/belli organları usûlüne uygun olarak yıkamak ve meshetmek suretiyle her
türlü maddî pislik ve manevî kirlilikten kurtulmak için yapılan bir
temizliktir.

4. NAMAZ

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ

“(Resulüm!) Sana vahyedilen
Kitab’ı oku

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ

ve namazı kıl.

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ
وَالْمُنْكَرِ

Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.

وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ

Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

Allah yaptıklarınızı bilir.” Ankebut Sûresi 45. Âyet

Namaz

Farsça bir kelime olan ve eğilmek anlamına gelen namazın
Kur’ân’daki karşılığı salâttır ve

dua manasınadır. Istılahî manası ise abdest şartını yerine
getirerek günün belli vakitlerinde malum rükünlerden ve zikirlerden ibaret bir
ibadettir, bir temizlenme aracıdır.

5. ORUÇ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ
عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“Ey
iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size
de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” Bakara Sûresi 183. Âyet

ORUÇ

Namaz
gibi Farsça bir kelime olan orucun Kur’ân’daki karşılığı “savm/sıyâm”dır. Savm,
bir şeyden uzak durmak, kişinin kendini tutması ve engellemesi manalarına
gelmektedir. Istılâhî olarak ise, tan yerinin ağarmasından güneşin batma
vaktine kadar, bir gaye uğruna/Allah için şuurlu/bilinçli bir şekilde yeme,
içme ve cinsel ilişkiden uzak durup nefsi dizginlemek demektir.

6. ZEKÂT

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ

“Namazı kılın, zekatı verin,

وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ
تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ

önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın
katında bulacaksınız.

إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.”
Bakara Sûresi 110. Âyet

Zekât

Zekat,
temizlik, artmak, bereketli olmak, iyi ve düzgün olmak manasına gelir. Dinî
manası ise bir malın muayyen/belirli bir mikdarını muayyen bir zamandan sonra
Allah’ın emrettiği yerlere/kimselere verilmesidir.

7. TESETTÜR

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ

“Ey Peygamber!

قُلْ لِأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ
الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ

مِنْ جَلَابِيبِهِنَّ

Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir
ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını
söyle.

ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا
يُؤْذَيْنَ

Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan
budur.

وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” Ahzâb Sûresi 59. Âyet

Tesettür

Tesettür,sözlükte; örtünmek, gizlenmek, bir şeyin arkasında saklanmak anlamlarına
gelir.

Terim
olarak ise tesettür erkek veya kadının şer’an/dinen örtülmesi gereken yerlerini
örtmesidir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan
yerlerine “avret yeri” denir.

8. TEVEKKÜL

وَاتَّبِعْ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ ۚ

“Yalnız Rabbinden sana vahiy yoluyla gelene uy:

إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

çünkü [ey insanlar,] Allah yaptığınız her şeyden tam
haberdardır.

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ

[Sadece] Allah’a güvenin:

وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا

hiç kimse Allah kadar güvene layık olamaz.” Ahzâb Sûresi 2-3. Âyet

Tevekkül

Tevekkülün
sözlük anlamı, vekil kılmak, başkasına havale etmek demektir. Istılahî manası
ise dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, üzerine düşen her gayreti
gösterip, bütün tedbirleri aldıktan sonra neticeyi Allah’a bırakma, Allah’a
güvenme, Allah’tan bekleme demektir. Kur’ân bu vekil etmeyi işin yapılmasında
değil, yapılan işin sonucunun belirlenmesinde işletmektedir. İşi yapmadan
Allah’ı vekil etmek, Cenâb-ı Hakk’ı kendinize hamallık ettirmeye kalkmaktır.

9. İSRAF

يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ
مَسْجِدٍ

“Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel
elbiselerinizi giyin;

وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا ۚ

yeyin, için, fakat israf etmeyin;

إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

çünkü Allah israf edenleri sevmez.”

A’râf Sûresi 31. Âyet

İsraf

İsraf,
insan fiillerinde sınırı aşma, dengesiz harcama, aşırılık manasındadır. İsraf,
bir yığın bozgunun, zulmün, sapmanın ve yozlaşmanın kaynağıdır. İsraf, Kur’ân
ahlakının özündeki denge prensibini bozmaktadır. Çünkü birimizin gerektiğinden
çok harcaması için, bir ötekimizin gerektiğinden az harcaması icap edecektir. Peygamberimiz,
iktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir, buyurmuştur. İsrafla
cimriliğin ortasına iktisat veya cömertlik denir.

10. FESAD

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ
بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ

[Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu] insanların
kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve
bozulma başladı:

لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ

Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye
yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.41. âyet Rûm
Sûresi

Fesad

Fesad,
bir şeyi itidal dairesinden (faydalı ve âdil olmaktan) çıkarmak manasınadır.
Fesadın esasını varlık ve oluştaki dengeyi bozmak, bozgun ve yozlaşma vücuda
getirmek oluşturur.

Fesadın
temelinde insanın doğal ve kozmik değerleri, kendi sübjektif dürtüleri ve
doymazlıkları uğruna altüst etmesi yatar.

11. MA’RÛF-MÜNKER

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى
الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ

وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ

“Sizden; hayra çağıran, ma’rûfu/iyiliği emreden ve
münkerden/kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun.

وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”

Âl-i İmrân Sûresi 104. Âyet

Ma’rûf-Münker

Ma’rûf,
dinin emrettiği, aklın da derinden derine düşünerek güzelliğini ve iyiliğini
kabul ettiği fiil, söz veya gelenektir. Zıddı münkerdir.

Münker,
güzeli ve iyiyi görmezlikten gelmeye dayanan davranış, tutum ve sözdür. Başka
bir ifadeyle dinin yasakladığı, sağlıklı aklın ise, çirkinliğine hükmettiği
veya güzel olup olmadığında kuşku duyduğu söz ve fiildir. Zıddı ma’rûftur.

12. FISK/FÂSIK

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا
لِآدَمَ

“Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik;

فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ

İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler.

كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ
رَبِّهِ

İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı.”Kehf Sûresi 50. Âyet

Fısk/Fâsık

Fısk,
vahiy ve akıl tarafından temizliği ve iyiliği belirlenmiş şeylerden uzak kalmak
veya akıl ve dince çizilen iyi ve güzel sınırlarından dışarı çıkmak manasına
gelir.

Fısk
bir dejeneresans/yozlaşma/soysuzlaşma ve yaradılıştan sapmadır. Fıska düşene
fâsık denir. Fıskın ilk temsilcisi İblis’tir.

13. FÜCÛR/FÂCİR

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا

“Nefse ve onu biçimlendirene,

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin
olsun ki,

قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا

Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.

وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّاهَا

Onu kirletip gömen de ziyan etmiştir.”

Şems Sûresi 7-9. Âyet

Fücûr/Fâcir

Fücûr,
haktan sapıp hak yolunu yarmak ve hak nizamından çıkıp fısk ve isyana
düşmektir. Bilhassa zina, yalan vs. gibi edepsizlikler yoluyla şer ve isyana
düşmeye denir. Fücûr sergileyenlere fâcir denir. Fücûrun zıddı takvadır.

14. HEVÂ’

فَإِنْ لَمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ

“Eğer sana cevap vermezlerse,

فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءَهُمْ

bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar.

مِنَ اللَّهِ ۚ  وَمَنْ أَضَلُّ
مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى

Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine
uyandan daha sapık kim olabilir?

إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ

Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.”Kasas
Sûresi 50. Âyet

Hevâ’

Hevâ’, benliğin şehvete meyli ve keyfiliği tercih
etmesi/boş ve zararlı arzular peşinde koşması, ruha sırt çevirmesidir. Hevânın
varlığı bir düşüş ifadesidir. İnsanın yücelikten basitliğe düşmesidir. Hevânın
yerleştiği bir kalp, her türlü pislik ve kötülüğün beşiği olmaya adaydır.

15. TEREF/MÜTREF

وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً

“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde,

أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا

onun mütreflerini/refah içinde yaşayan şımarık ileri
gelenlerini başlarına getiririz de

فَفَسَقُوا فِيهَا

onlar orada kötülük işlerler.

فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ

Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de

فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا

oranın altını üstüne getiririz.”

İsrâ’ Sûresi 16. Âyet

Teref/Mütref

تْرَفTeref, mal ve servetle şımarıp azmak
demektir. Toplumları yıkan bir beladır. Kur’ân, mal ve servetin belli ellerde
toplanmasını ve toplum aleyhine bir baskı ve sömürü unsuru halinde
kullanılmasını yaradılış kanunlarını çiğnemek olarak görür.

Mütref,
nimet ve bolluğun şımarttığı, dünyânın lezzet ve şehvetlerinde yüzen kimsedir.

16. AHDE VEFA

وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا
بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّىٰ يَبْلُغَ أَشُدَّهُ

“Yetimin malına, kendisi erginlik çağına varıncaya kadar,
onu değerlendirmek amacı dışında sakın yaklaşmayın.

وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ

Verdiğiniz her sözü yerine getirin,

إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْئُولًا

çünkü verdiğiniz sözden [Hesap Günü’nde] mutlaka sorguya
çekileceksiniz!”İsrâ’ Sûresi 34. Âyet

Ahde Vefa

Bir şeyi korumak ve onun gerektirdiği bakma ve geliştirme
şartlarına riayet etmek demektir.

İki taraf arasındaki sözleşmelere de ahd ve ahdleşme denir.
Ahde vefa göstermek hem insanlar arası ilişkilerin, hem de insan-Allah arası
ilişkilerin temelidir. Yeryüzündeki bozgun ve kargaşanın sebebi de ahdin
bozulmasıdır.

17. MÜSTEZ’AF

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ
اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ

“Size ne oluyor da, Allah yolunda, zayıf ve zavallı
erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?

رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَٰذِهِ الْقَرْيَةِ
الظَّالِمِ أَهْلُهَا  الَّذِينَ
يَقُولُونَ

Ki onlar “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu
memleketten çıkar,

وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا

katından bize bir dost ver ve yine

وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا

bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duruyorlar”Nisâ’ Sûresi 75. Âyet

Müstez’af

İstiz’af, güçsüz, zayıf ve küçük görerek ezmek, horlamak ve
sömürmek demektir. Müstez’af ise bu kelimeden türemiş olup ezilen, horlanan ve küçük
görülen kişi ve topluluk demektir.

Karşıtı kendini büyük, erişilmez, ulaşılmaz ve güçlü gören,
böbürlenen kimse manasına gelen müstekbirdir.

18. TAGÛT

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ

“Dinde zorlama yoktur.

قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ ۚ

Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ
بِاللَّهِ

O hâlde, kim tâgûtu tanımayıp Allah’a inanırsa,

فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىٰ
لَا انْفِصَامَ لَهَا

kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.

وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

Bakara Sûresi 256. Âyet

طَّاغُوتِ Tagût

طَّاغُوتِTâgut, azgın, sınır tanımaz, Allah yerine
kendisine tapılan, zulüm, cebir ve şiddet kullanan Firavun ruhlu, şeytan
yaradılışlı varlık demektir. Hayırdan alıkoyan, hayra engel olan tüm kişi ve
güçlere de tâgut denir. Tâguta karşı çıkan ve ona uşaklık etmekten kaçınanlara
sonsuzluğun muştuları/müjdeleri sunulacaktır.

19. HİKMET

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ

“Allah hikmeti dilediğine verir.

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ
خَيْرًا كَثِيرًا

Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.

وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ

Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”

Bakara Sûresi 269. Âyet

حِكْمَةَ Hikmet

Hikmet;
gerçeği, ilim ve akılla yakalamak veya gerçeği yakalama noktasında ilim ve
akılla tespitte bulunmak demektir.

Hikmet,
söz ve işte en iyiyi yakalamak veya olması gerekeni fark etmek şeklinde
anlaşılmalıdır. Hâsılı hikmet, ilim, anlayış, öğüt, duyular üstü idrak,
gerçekçilik, ilham, iç doygunluğu, doğruyu en hızlı şekilde yakalamak ve
sunmak, derin derin düşünme, din inceliklerini kavrama, Allah’ın ahlâkıyla
bezenme, güzeli çirkine tercih yeteneği, eşyayı olması gereken yere koyma, aklı
gereğince işletme, varlığın sırlarını yakalama, söz ve fiilde isabettir.
Hikmetin zıddı hatadır.

20. MAL

وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمُ
الَّتِي جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ قِيَامًا

“Allah’ın size emanet ettiği mallarınızı  sefihlere/muhakeme yeteneği zayıf kimselere

vermeyin;

وَارْزُقُوهُمْ فِيهَا

ama bu mallarla onların geçimlerini karşılayın,

وَاكْسُوهُمْ

onları giydirin ve

وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا

onlarla nazik bir şekilde konuşun.”

Nisâ’ Sûresi 5. Âyet

أَمْوَال Mal

Mal,
denge noktasından sağa veya sola sapma anlamındaki MEYL kökünden türemiş olup
sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değere denir.

Kur’ân;
malı, insan için bir kıyam yani ayakta durabilme aracı, güç, onur vesilesi
olarak gösterir ve onun beyinsiz, sefil, kıymet bilmez ellere teslimine karşı
çıkar. Ancak mal, bir vasıta olarak, insanın temel gayesi veya gayeleri için
kullanıldığında olumlu bir anlam taşır. O, bir dünya süsüdür ki, ölümsüz
değerlerin elde edilişine vasıta yapılmazsa negatif bir unsur haline gelir.

Yorum yapılmamış

Yorumunuzu ekleyin